Mısırlı, Suriyeli mezhepsizler, dinimizdeki dört delilden ikisini inkâr edip sadece "Kitâb ve sünnet" diyorlardı. Bahsettiğiniz mezhepsiz yazarlar, daha ileri giderek, sünneti de inkâr ediyorlar. Sünneti Kur'ân-ı kerîmde farklı birşey zannediyorlar. Bunların asıl maksadı Kur'ân-ı kerîmi inkârdır. Edille-i şer'ıyyeden, dindeki dört delilden üçü inkâr edilince, herkes kendi anladığını doğru kabûl edecek, herkesin anladığı din olacak. Böylece insan sayısı kadar din meydana gelecek. Bir kargaşa yaşanacak. Maksatları İslâmiyyeti yıkmaktır. Fakat buna muvaffak olamıyacakları Kur'ân-ı kerîmde bildirilmektedir. Meâlen (Onlar, ağızları ile [sihir, kehânet diyerek] Allahın nûrunu [Allahın dinini, kitâbını, delillerini] söndürmeye yelteniyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır)buyuruluyor. (Saf 8)
Hemen sonra, (Allah peygamberini hidâyet ile [Kur'ân-ı kerîm ile, mu'cize ile] ve hak din ile gönderendir.)buyuruluyor. (Saf 9)
Peygamber Gaybı Bilir mi?
Kur'ân-ı kerîmde gaybı ancak Allahü teâlânın bildiği yazılıdır. Allahü teâlânın gaybı bildirdiği kimseler de vardır. Meâlen buyuruluyor ki:(Allahü teâlâ, gaybdan ba'zılarını yalnız peygamberlerden dilediğine bildirir.) [Cin 27]
Gaybdan bilmek peygamberlerin mu'cizesidir. Evliyânın gaybdan bildiği kerâmetleri de yine Peygamber efendimizin mu'cizesinin devamıdır. (Redd-ül muhtâr)
Bu âyet-i kerîmede ba'zı gaybları Allahü teâlânın peygamberlere bildirdiği açıkça yazılıdır. Peygamber efendimiz de, Allahü teâlânın kendisine bildirdiği gaybları, gelecekte olacak hâdiseleri bildirmiştir. Meselâ Deccal'ın ve Hz. Mehdî'nin geleceğini bildirmiştir. Hâşâ Peygamberimiz yalan mı söylemiştir? Kur'ân-ı kerîmde meâlen (O, [Resûlullah]vahyedilenden başkasını söylemez.) buyuruluyor. (Necm 3)
Necm sûresindeki âyet-i kerîme, Peygamber efendimizin din hakkında bildirdikleri, Allahü teâlânın vahyettiğinden başka olmadığını bildirmektedir. Kur'ân-ı kerîmde yine meâlen buyuruluyor ki: (Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan da sakının!) [Haşr 7]
Kur'ân-ı kerîmde, Resûlullaha itâ'atin Allaha itâ'at olduğu, O'na isyân edenin Allaha isyân etmiş olduğu çok yerde bildirilmektedir. [Nisâ 80]
Yine Kur'ân-ı kerîmin çok yerinde (Allaha ve Resûlüne itâ'at), (Allah ve Resûlüne isyân) ifâdeleri çok yerde geçer.(Nisâ 13 - 14)
Sünneti, Kur'ân-ı kerîmden ayrı göstermek büyük sapıklıktır. Çünkü Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Kâfirler, Allahü teâlânın emîrleri ile, peygamberlerinin emîrlerini birbirinden ayırmak istiyorlar.) [Nisâ 150]
Nasıl kanûnlar, Anayasadan ayrı kabûl edilmezse, sünnet de, yâni hadîs-i şerîfler de Kur'ân-ı kerîmden ayrı değildir. Onun açıklamalarıdır. Nasıl, tüzükler, yönetmelikler, kanûnlara aykırı kabûl edilmiyorsa, icmâ ve kıyâs-ı fukaha da sünnete aykırı değildir. Kıyâs, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıklamasıdır. Sünneti Kur'ân-ı kerîmden ayrı, kıyâsı [âlimlerin ictihâdlarını] hadîs-i şerîflerden başka göstermeye çalışanlar, dalâlet ehlidir. (Mektûbât-ı Rabbânî)
Kendini Tanımak
Suâl: Hadîste "Kendini tanıyan Rabbini tanır" buyuruluyor.Kişi kendini nasıl tanır?
Cevap: Bir kimse, kendi şahsında Allahü teâlânın zâtının varlığını, kendi sıfatlarında, Hak teâlânın sıfatlarını, kendi irâde ve tasarrufundan, cenâb-ı Hakkın bütün âlemlerdeki tasarrufunu anlıyabilir.
İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi vücûdunun bütün organlarının ve âkıl ve rûhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zarûrî olarak bilir. Tesâdüfen muazzam bir vücûdun meydana geldiğini düşünmek akla uygun olmaz. Vücûddaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiç bir uzuvda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar.
Bütün âkıllılar bir araya gelse, insanın şeklinden daha mükemmelini düşünemezler. İki el yerine üç veya dört el olsa veya göz, başka bir yerde olsa daha iyi olurdu denemez. Her organın en uygun şekilde yaratılmış olduğunu görür. İnsan ne düşünürse düşünsün eksik olur ve Hak teâlânın yarattığı ise en mükemmeldir. Buradan da anlaşılıyor ki, Yaratan her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter.
Bir kimse, organlarının faydalarını ve hikmetlerini ne kadar çok bilirse, Yaratıcıya olan hayranlığı o kadar çok olur. İşte bunun için kendini tanımak, Allahü teâlâyı bilmenin anahtarıdır.
İnsan, canlı veya cansız bir mahlûka baksa, meselâ suya, havaya, güneşe, Aya baksa, bunların faydalarını düşünse, yine Rabbimizin büyüklüğünü, kudretini görür. Bunları görebilen insan, kendinin yaratılış gayesini düşünür. Bunun da Yaradana kulluk ve ibâdet etmek olduğunu öğrenir. O hâlde Allahü teâlâyı tanımaktan maksat, O'na, O'nun istediği şekilde doğru ibâdet etmektir. Bunun için de, İslâm âlimlerinin Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı bilgileri öğrenmek lâzımdır. Herkes, her sahada mütehassıs olamaz. Mütehassıs âlimlerin kendi sahalarında söz sahibi oldukları bilgileri öğrenmemiz lâzımdır. Bu bilgileri kendimiz, doğrudan doğruya Kur'ân-ı kerîmden öğrenmemiz mümkün değildir. Dinimizi, ibâdetlerimizi mu'teber ilmihâllerden öğenip ilmimizle amel etmeye çalışmalıyız.

Yorum Gönder

Popüler Yazılar

Sitemap: https://www.xml-sitemaps.com/download/pratikle.5519372/sitemap.xml?view=1
Blogger tarafından desteklenmektedir.